Fr, 08.Nov.2024 - 05:39
Türk Yazarlarin En Cok Satan Kitaplari

Firarperest

Elif Şafak
Tadına doyulmaz, kimi zaman kışkırtıcı, kimi zaman sakinleştirici ama ruhu hep özgür kalan yazılar… İnsan ki eşrefi mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür. Çıkacaksın yollara, kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, Öteki'ni keşfetmek... (…) Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, geçmek dalgakıranların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamadığın şarkılarla içlenmek, risk almak, dağılmak ve parçalanmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak ve kendini yabancının gözünden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir çocuk gibi dünyanın hallerine, çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına... şaşırmak ölene kadar... şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek... budur son tahlilde Âdemoğullarına, Havvakızlarına kendilerini keşfettirten serüven... (236 Sayfa)  
ISBN: 9786051119021
Yayın evi: Dogan Kitap

Weitere Informationen

  Elif Şafak, okurunun bilmediği dünyasını, evliliğini, Firarperest’i ve yazmakta olduğu yeni romanını HT Pazar’a anlattı:  ***  Yeni kitabın ismi Firarperest. Kitabın adı üzerine konuşmak istiyorum biraz. Göçebe ruhunuza bir atıf olabilir mi?      Firarperest kelimesini seviyorum. Göçebeliğe bir atıf var, doğru. Ama ille de kişisel almamak lazım. Bence edebiyat ve sanatın kendisi zaten firarperesttir. Bir sürü grilikler, monotonluklar arasında firar yolları açıyoruz kendimize hayaller ve hikâyelerle. 

“Kadınları sevmeyen kadınlar” denemesinde, bazen kadın yazarların da hemcinslerini sevmeme hallerine tutulduğundan dem vuruyorsunuz. Buna örnek olarak da Halide Edip’i gösteriyorsunuz. Hem yazın dünyasındaki bu “kız kardeşlik” çekememezliğinden hem de Halide Edip’in bu özelliğinden bahseder misiniz biraz? 
Halide Edip’i çok severim. Ama aynı zamanda eleştirel bir gözle de bakarım yazılarına. Dişi karakterlere yönelik tutumu hep ilgimi çekmiştir. Hem yaratır onları hem yargılar hem sever hem sevmez. Aynı dönem yaşamış başka kadın yazar / şairlere de bir mesafe koyduğunu düşünüyorum. Virginia Woolf da kendi çağdaşlarına karşı öyle mesela. Kadın yazarların birbirleri hakkında tatlı sözü ne yazık ki azdır. 
KISKANDIĞIM YAZARLAR 
“Yazarları sevmeyen yazarlar” yazınızda da yazarlar arası kıskançlığı ele almışsınız. “Her yazar kıskançtır. Her yazar kendi dışındaki pek çok yazara öyle ya da böyle gıcık olur” diyor ve bunu çok azının itiraf edebildiğini belirtiyorsunuz. Sizden bu yönde bir itiraf gelir mi?
Gelir. Kıskandığım yazarlar var benim de. Mesela İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası çıktığında çok kıskanmıştım. Romanı çok beğendiğim için. Bir şeyi ayırt etmek lazım. “Haset” ile “kıskançlık” aynı şey değil. Bazen bir roman okurum ve derim ki; “Keşke bunu ben yazsaydım.” Ama o kişiye yönelik bir haset değildir bu. Onu yapmam. Yani bir başkası hakkında olumsuz düşünen ve konuşan haset hali korkunç bir şey. Kimseye de bir hayrı yok zaten. Kendi kendini motive eden bir kıskançlık ise zararsız. 

KENDİMİ ÖZLÜYORUM 
Yazım sürecindeki yalnızlık ve getirdiği psikolojiyi konuşabilir miyiz biraz... 
Bir yanım hep yabani, yalnızlığına düşkün. Mesela 2 gün yalnız kalamayayım, kendimi özlerim. Bu narsistlik değil. Kendimle baş başa kalmayı, içime bakmayı, hatalarımı kusurlarımı düşünmeyi severim. Bazen dozunu kaçırırım. Kendimi çok didiklerim. O kadar eleştiriyorum ki, aslında kendimi. Bazen lime lime ediyorum. Kimse bilmez bunları. 

“Bilgi insanı daha olgun, daha âlim, daha uzman yapmaz her zaman. Bilgi bazen de perdeler çeker insanın gözüne ve gönlüne” demişsiniz. Biraz açalım mı bunu? 
Bunu AŞK çıktıktan sonra bizzat tecrübe ettim aslında. Romanı eleştirenlerin bir kısmı yapıcı bir dille eleştirdi. Böyle olumlu, daha iyiye yönelik eleştirilere çok saygı duyuyorum. Ama kimisi de şöyle eleştirdi: “Bu romanı ev hanımları okuyor!” Ben bu tavrı anlamıyorum. Bu tarz elitist yaklaşımları soğuk ve sakıncalı buluyorum. Ev hanımları okuyunca ne oluyor? Onların seviyesi daha mı düşük? Yok öyle bir şey. Bilgi, insanı tepeye koymuyor. Bilginin hiyerarşisine, getirdiği kibir ve körlüğe dikkat etmek lazım. 

“Yazarlar birbirlerinin kitaplarını pek okumaz ya, okusa da söylemez, söylese de beğenmez. Halbuki önce ‘okur’ olunmadan ‘yazar’ olunmuyor” Twitter’da. Nedendir yazarın yazara burun kıvırması? 
Bu feci bir hal. Tek tek kişileri de etkiliyor, zedeliyor. Kendimi de içine katarak konuşuyorum. Hepimize sirayet etmiş bence. Az buçuk yazarların, şairlerin takıldığı ortamlara giren herkes bilir ki kalem ehli birbirleri hakkında olumlu bir çift laf etmez. Bu kadar olumsuz enerjiye gerek yok. 

Ve “Firarperest”te Elif Şafak’ın Eyüp Can’dan kıskandığı “Hayalet” kadına yönelik itiraf var. Bilmeyenler için sizden dinleyelim mi? 
Eyüp’ün böyle çok beğendiği birkaç kadın sanatçı var. Onlardan biri hakkında o yazı. Bende ne ses ne müzik kabiliyeti var. Hatunla nasıl yarışırım. 

Twitter’da “İki apayrı roman arasında gidip geliyorum. Biri çok katmanlı, tarihsel, gizemli, karmaşık bir hikâye. Öteki alabildiğine sade ve duru. Aşk’tan sonra hangisini yazacağımı uzun süre bilemedim. Derken bu sabah, sade ve duru olanı seçtim” demiştiniz. Biz sizden yeni romanla ilgili biraz daha ipucu alalım mı? 
Bu roman daha evvel yazdıklarımdan çok farklı. Zaten bence her biri farklı ya. Bir aile hikâyesini anlatıyorum. Çok tanıdık, çok yürekten yazılmış bir hikâye. Hüzünlü. Ama mizah duygusunu kaybetmeden. 1970’lerde geçiyor. Zamanda yolculuğa çıkacağız. Fırat’ın bir ucundan Londra’ya kadar uzanan. Aşk’ta sevmeyi anlattım, şimdi sevip de kırdıklarımızı anlatıyorum. Çekip gitmek istediğim zamanlar oluyor
Eyüp Can’la evliliğinizden konuşmak isterim biraz. Aşk devam ediyor mu hâlâ?
Eyüp’e çok âşığım da o bana âşık mı hâlâ bilmem. Ona sormanız lâzım.

Denemelerde evlilik çıkmazlarını da sıkı anlatmışsınız. “Karşılıklı sevgi saygı ve bir de karşılıklı çekip gidememek” sözü çok gerçekçi. Elif Şafak’ın çekip gitmek istediği zamanlar oldu mu, olduysa nasıl sakinleşti yeniden “huzursuz ruh”?
Çekip gitmek istediğim zamanlar oldu, oluyor. Eminim Eyüp’ün de oluyordur. Pek kolay bir insan değilim. Bilhassa yazarken çok bencilleşiyorum. Zihnim hep hikâyede. Hakikaten çekilir gibi değilim. Eminim Eyüp’ün benden uzağa, hani Avustralya’ya filan kaçmak istediği zamanlar oluyordur. Ama güzel olan bunları konuşabilmek. Hatta gülebilmek bu hallere. Anlayabilmek kendini ve birbirini. Kimse kimseyi 7 gün 24 saat “nöbetçi sevgili” gibi sevemez. Bence mümkün değil. İniş çıkışlar, yalpalamalar, hatta sevmediğimiz anlar olması doğaldır. Doğal olmayan böyle bir şey yokmuş gibi yapmak.

Eski sevgiliyi kıskandım!
Eyüp Can’ın Radikal’in ilk sayısındaki “Yahudi sevgilim, Müslüman karım ve ben” yazısını okuyunca ‘Elif Şafak ne hissetti acaba?’ dedim içimden. Evet belki siz zaten başından biliyordunuz Eyüp Can’ın evlenmek isteyip âşık olduğu ilk Yahudi sevgilisini. Ama bunu artık herkes biliyor. Ne hissettirdi bu yazı. Bir de aynı yazıdan öğrendiğimize göre üçünüz görüşüyormuşsunuz. Gizli bir kıskançlık oluyor mu?
Yazıyı okuyunca şöyle durup derin bir soluk alma ihtiyacı duydum. Biraz da kıskandım Allah biliyor ya. Ama tabii ki bildiğim bir hikâyeydi. Gayet de saygı duyuyorum. Herkesin bir tarihi var. Biriyle evlendiğiniz zaman onun geçmişini sıfırlamış olmuyorsunuz ki. İstiyoruz ki “benden önce” olsun ve “benden sonra”. Yok öyle şey. Tabii ki insanın eşi geçmişte başka insanları sevmiştir. Âşık olmuştur. Hatta belki sizi sevdiğinden daha çok sevmiştir. Yürümemiştir. Her evlilikte eski aşkların hayaletleri dolaşır. Bu böyle. Bence çok güzel bir yazıydı o.

Aynı yazıda Eyüp Can sizinle tanışmasından sonra yaşadıklarını, “Hayatımda hiç kimse bana onun kadar dini kimliğimi sorgulatmadı” demiş. O tanışma sürecinde ne tür sorgulamalar yaşadınız?
İlk tanıştığımızda birbirimizi o kadar çok hırpaladık ki. Aşk değil, meydan muhaberesi sanki. Daha çok ben yaptım. Eyüp sakin ve olgundu da, ben değildim. Böyle çok yoğun felsefi sorgulamalarla geçti haftalar, aylar. Şimdi bakıyorum, delilik gibi geliyor. Oturup din felsefesi, edebiyat tarihi, kültürel tarih ama en çok da varoluş üzerine sakin sohbet değil; ciddi, yoğun, derin tartışmalar yaptık. Böyle bir fırtınadan sonra durulduk, oradan bir sentez çıktı. ************** Elif Şafak: Strasbourg doğumlu Elif Şafak, çocukluğunu ve gençliğini Ankara, Madrid, Amman, Köln, İstanbul, Boston, Michigan ve Arizona’da geçirdi. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi, yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümü’nde, doktorasını ise siyasetbilimi alanında tamamladı. İlk romanı Pinhan’la 1998 Mevlâna Büyük Ödülü’nü aldı. Bunu Şehrin Aynaları (1999) ve Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü’nü kazandığı Mahrem izledi (2000). Ardından her ikisi de çok satan ve geniş bir okur kitlesine ulaşan Bit Palas (2002) ve İngilizce kaleme aldığı Araf (2004) yayımlandı. Med-Cezir’de (2005) kadınlık, kimlik, kültürel bölünme, dil ve edebiyat konulu yazılarını topladı. 2006’da senenin en çok okunan kitabı olan Baba ve Piç yayımlandı. Ardından aylarca satış listelerinden inmeyen ilk otobiyografik kitabı Siyah Süt’ü yazdı. Doğan Kitapçılık tarafından 2009 martında yayımlanan Aşk Türk yayıncılık dünyasında önemli bir rekora imza atarak, en kısa sürede en çok satan roman oldu. Tüm eserlerinden seçkiler niteliğinde olan Kâğıt Helva aralık 2009’da yine Doğan Kitapçılık tarafından yayımlandı. Eserleri otuz dile çevrilen Elif Şafak’ın romanları dünyanın en önemli yayınevlerinden Farrar, Straus and Giroux, Viking ve Penguin tarafından yayımlanmaktadır.
Bu ürünü alanlar başka neler almışlar?
 
Değerlendirme
Eklenildiği tarih: 07-02-2011
Yazar: Serpil A.
ben almanyadan.. bu kitab'i ismarladim ver okudum bös zaman kaybi begenmedim tavsiye etmiyorum