Weitere Informationen
Şeyhlerini memnun etmek için her türlü çılgınlığı bir an bile düşünmeden yapan, binlerce kişilik, yüzyıllardır kaim olan bir ordu. Ölümden bir nebze bile korkmadan ona koşa koşa, gülerek gidebilenlerin dehşet verici hikâyesi...
Hasan Sabbah’ın yarattığı ve haleflerinin de kullandığı akıl almaz güzellikteki bahçeler, her türlü zevküsefa olanağıyla doldurulmuş ve yüzlerce güzel kadın burada Şeyh’ül Ceber’lerin emirleri doğrultusunda hizmet ederek, bu bahçeleri birer yeryüzü cennetine çevirmişti. Binlerce mürit-asker ise bu cenneti bir kere tatmış ve hayatlarını geri kalanını bu cennete yeniden kavuşmaya adamıştı. Onlar, devrin, en alçak addedilen katilleri ve dünyanın ilk sistemli suikastçi örgütünün neferleriydi. Onların hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı ama bu örgüt asırlardır hâlen konuşuluyor... Onlar, dinlerinin gereğini yerine getirdiğine inanan bir avuç beyinsiz esrarkeş ve serseri bağnaz mıydı, yoksa felsefelerini hayatları pahasına savunan birer militan mı, yoksa bambaşka bir şey miydi? Bu ve bunun gibi onlarca sorunun cevabı,
Ömer Rıza Doğrul’un bu heyecanlı tarihî romanında. Roman, tarihî delillere uygun olarak; Hasan Sabbah’ın örgütü Haşhaşileri ve bu kanlı örgütün nasıl yok edildiğini anlatıyor. Konstantinopol gibi Hristiyan şehirlerini bile yağmalayarak Kudüs’e kadar gelen ve bu arada bir krallık kuran Haçlıların, Eyyubilerin sultanı
Salahâddin tarafından nasıl Kudüs’ten çıkarıldığını da anlatan kitap, tüm bunları bir aşk hikâyesini işleyerek yapma başarısını gösteriyor. Kitap hakkında detaylı bilgiler aşağıda, basım bilgileri metnin sonundadır. Yukarıda yazdıklarımın ve çok daha fazlasının, hayal ürünü değil de gerçeklere dayanan anlatılar olduğunu düşünürseniz, bu romanın önemi daha iyi kavranacaktır.
Ömer Rıza Doğrul, kitabın ilk 65 sayfasında, tarihî kaynaklara dayanan bir tetkik yapıyor ve okuyucuyu dönem hakkında bilgilendiriyor. Bu bölüm, tamamen gerçeklere dayanıyor ve kurgu olan bölümden ayrı tutulmalıdır. Bu bölüm, okuyucuyu devrin hususiyetlerini anlatmak ve ona sağlam bir kurgu zemini sağlamak için yazılmış. Ancak, bu bölümün, okuyucuya önemli tarih bilgileri verdiğini de görüyoruz. Bundan önceki pek çok kitapta,
Hasan Sabbah’ın geçmişi ve macerası, çok yavan ve asılsız bir hikâyeyle geçiştiriliyordu. Hâlbuki böyle sistemli bir örgütün, tek bir adam tarafından ve çok kısa bir zamanda mükemmelen kurularak aynı adamın önderliğinde gücünün doruğuna ulaşması ve 33 sene daha varlığını devam ettirmesi pek mantıklı gözükmemektedir.
Ömer Rıza Doğrul bu kitabının tetkik bölümünde,
Hasan Sabbah’ın gerçek geçmişini,Doğulu ve Batılı tarihçilerin eserlerine dayanarak -elinden geldiği kadarıyla- okuyucuya aktarıyor. İşte,
Hasan Sabbah’ın içinden geldiği tarikat hakkındaki gerçek (tarihsel verilere dayanan) bilgiler: Hasan Sabbah Hurafelerini Düzelten Kitap 1)
Hasan Sabbah’ın da bir mensubu olduğu İsmailî tarikatı, onun dünyaya gelişinden önce kurulmuştu. Kurucusu,
Hasan Sabbah değildi.
Hasan Sabbah, bu tarikatın gücüyle, dünyanın ilk suikastçı teşkilatını kurmuştu. 2) İsmailî tarikatı, kurulduğu günden beri bir yönüyle hep gizliydi.
Hasan Sabbah’tan çok daha önce de gizli örgütün akıl almaz gücüyle katliamlar yapan İsmailîler, pek çok gizli kapaklı eyleme de imzalarını atmışlardı. İsmailî tarikatını gizlilik unsurlarıyla donatan ve gizlilik geleneğini başlatan kişi
Hasan Sabbah değildi. 3) İsmailî tarikatı, yazarın kullandığı Doğulu ve Batılı muteber kaynaklara göre, din kisvesi altına bürünmüş dinsizlerden müteşekkildi ve müritlerin çoğu, liderlerinin asıl maksat ve gayelerinden bihaber bulunan kimselerdi. Bu tarikatın asıl maksadı, fikrî olarak dinsizliği zirveye yerleştirmek ve bu durumun oluşturacağı ortamdan istifade etmekti.
Hasan Sabbah da suikastçi örgütünü, bu nihai hedefe ulaşmak için kurmuştu. 4)
Hasan Sabbah, görevini, Fatimî Devleti halifesi
Mustansır’dan alan bir kişiydi ve İran İsmailîlerinin en ileri gelenlerindendi. Bu manada, suikastçı örgütünün kuruluşu, İsmailî mezhebine bağlı bir devlet olan olan Fatimîlerin bir oyunu olarak kurulmuştu. 5) İsmailî imamlarını yetiştiren ve
Hasan Sabbah’ın da en iyi derecelerle bitirdiği okul, “Dâr’ül Hikmeâr’ül Hikme” ya da kısaca “Dâr’ül Hikme” adıyla bilinen bir kuruluştu. Okul, gidip gelenlerini iki kısma ayırmıştı: Cahiller ve Âlimler. Cahiller kısmı, öğrenciliğin başladığı kısımdı. Bütün öğrenciler burada başlardı ve bu okulda yükselmek oldukça zordu çünkü İsmailîler, elde edemeyeceklerini düşündükleri kimselerle uğraşmazlar ve onları yükseltmezlerdi. Öğrencilik, yani cahillik kısmı dokuz dereceye/sınıfa ayrılmıştı ve dokuzuncu dereceye gelenlere nihayet öğretilen şundan ibaretti: “Bütün dinî akideler evhamdan ibarettir. Peygamber denilen kişiler münevver ve birer filozofturlar ve elde ettikleri mevkileri bu sayede kazandılar. Din namına söylenen her şey yalandır.” 6) İsmailîlerin bir kolu olan Kırmıtîler, Hicri 317 yılında Harem-i Şerif’teki hacıların hepsini kılıçtan geçirdiler. Kâbe’nin içine girenleri bile oracıkta öldürdüler, Zemzem Kuyusu’nu cesetlerle doldurdular. Hacer’ül Esved’i ve Kâbe’nin kapısını da alarak Mekke’yi terk ettiler. Ancak, Kırmıtîler, İsmailîlerin lideri tarafından uyarıldı ve kutsal objeler yerlerine yeniden gönderildi. Çünkü İsmailîlerin lideri ve gizli örgütün kurucularının soyundan gelen adam, atalarının istediğine uygun olarak, gerçekleştirmek istedikleri devrimi kan ve zorbalıkla değil, fikir yoluyla yapmak gayesindeydi. İşte,
Hasan Sabbah’ın mensup olduğu tarikat bu tip işler çeviriyordu. 7)
Hasan Sabbah’ın müritleri üç sınıfa ayrılıyordu: Fedailer, refikler ve dâiler (ve büyük dâiler). Şeyh (
Hasan Sabbah veya halefi) bir şey istediği zaman, onun bu isteğini yerine getirmek için hayatını vermekten çekinmeyenler fedai olurdu. Fedai adayı olan acemilere ise “lasik” denirdi. Lasikler, işledikleri cinayetlerde başarılı bulunurlarsa ve yakalanmazlarsa “fedai” derecesine terfi ettirilirlerdi. Lasik ve fedai olabilmek için; genç, dinç, tehlikeden korkmaz, fedakârlıktan yılmaz, gözü kara ve katı kalpli olma koşulu vardı. 8)
Hasan Sabbah, başta
Nizamülmülk olmak üzere pek çok devlet adamını, bazı kitaplarda anlatıldığı gibi gençken verdiği sözü yerine getirmeyen eski arkadaşları olduğu için değil, İsmailîlere karşı olan Selçuklu devlet adamları olduğu için öldürtmüştür. Onun bu muazzam örgütü; basit bir kin ve intikam duygusuyla kurulamayacak kadar köklü ve sağlam, aynı şahsi intikam duygusuyla kontrol edilemeyecek ölçüde güçlüydü. 9)
Hasan Sabbah’ın,
Ömer Hayyam gibi önemli bir İslâm bilginiyle -eskiden de olsa- dost olduğu iddiasının aslı yoktur ve bu kitapta bu iddiaya yer bile verilmemektedir. 10) Bazı iddiaların aksine,
Sabbah’ın fedaileri, cinayetleri haşhaş ya da benzeri bir uyuşturucunun doğrudan tesiriyle işlemiyorlardı. Onlar bu cinayetleri, şeyhlerinin emrine uymak ve onun cennetine ebediyen yerleşmek için soğukkanlılıkla işliyorlardı. Kitap, bu tarihi verilerden sonra kurgu, yani roman bölümüne geçiyor. Bir solukta okunabilecek bu sürükleyici anlatıda, yine tarihî kaynaklardan istifade edildiğini ve hatta yer yer alıntılar yapıldığını görüyoruz. Kitabın içindeki aşk hikâyesi ise bambaşka bir heyecan yaşatıyor okuyucuya. Selçuklu Sultanı’na Açık Tehdit
Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ne yerleşmesine müteakip, bu zararlı cemiyeti ortadan kaldırmak isteyen Selçuklular, Alamut’u kuşattılar. Kuşatmanın sonunda Alamut düşecek gibiyse de
Hasan Sabbah’ın
Nizamülmülk’ü öldürtmesiyle birlikte kuşatma kaldırıldı. Bu olaydan sonra
, Selçuklu Sultanı Sungur bir sabah uyandığında, yastığına saplanmış bir hançer ve gördü.
Hasan Sabbah tarafından gönderilen bir adam ise Sultan’a şu mesajı verdi: “O hançeri senin yatağının başına saplayan, onu senin göğsüne de saplayabilir. O hâlde bizimle uğraşmaktan vazgeç.” Bunun üzerine Selçuklular,
Hasan Sabbah ve müritleriyle uğraşmayı kestiler çünkü Sultan canından korkmaya başlamıştı. Neticede, iyice kuvvet ve serbestlik kazanan
Hasan Sabbah’ın örgütü, âdeta bir devlet gibi büyümeye ve hareket etmeye başladı. Dünyaya Sistemli Suikastçılığı Armağan(!) Eden Adam
Hasan Sabbah, kurduğu örgütle dünya tarihine geçmiştir. Onun müritlerine Haşhaşi(n) deniliyordu. Bu örgüt ve adı o kadar nam saldı ki, Batı dillerine
assassin olarak geçen “suikastçı” anlamında kelimenin kökeni,
Haşhaşin kelimesine dayanmaktadır. Bugün dünya tarihine bakıldığında, Haşhaşiler kadar “başarılı” bir suikast çetesinin bir emsali daha görülememektedir. Tüm bunları ve çok daha fazlasını, oldukça sürükleyici ve duygusal bir aşk hikâyesinin ekseninde işlemeyi başaran bu nefes kesici eseri okumanızı öneririm. Kitabın, girişteki tarihî tetkikten sonraki 270 sayfası, bu aşk hikâyesini işlemektedir ve satır aralarında okuyucuya pek çok tarihî bilgiyi vermektedir.