Düslere Adadim Yalnizligimi
Mehmet Canbolat
Geceyi Gündüze, Karanlığı Güneşe Dönüştürebilmek!
"Mehmet Canbolat yeni bir yapıtla çıkıyor karşımıza. “Düşlere Adadım Yalnızlığımı”, odağında birey insan olan, duygular ve düşünceler örgüsü. Rilke, bir şiirinde, “Yalnızlık bir yağmura benzer”, diyor. Canbolat, bu yapıtında, “Yalnızlık bir rüzgâr gibidir bazen”, diyor. Yalnızlık ıslatır sırılsıklam edip üşütür. Yalnızlık, ama insanı rüzgâr gibi sarmalar, belki serinletir.
Yalnızlık duygusunu tatmamış, yaşamamış insan var mıdır? İşte insanın bu ortak duygusu etrafında halka halka örülen uzun şiirsel anlatı bu yapıt.
Yalnızlık, her duruma ve olaya göre, her insana göre çeşitlenen bir duygu. Bu öyle bir duygu ki, düşüncelere de kaynak oluyor. Yalnızlığın karanlığında, derinlerinde düşünceye varan insan, yalnızlığı da dönüştürebiliyor. Yalnızlığa teslim olmak gerekmez. Yalnızlığı mutsuzluk olarak yaşamak da gerekmez. Yalnızlıktan insan güç alarak, mutlu bir gelecek bile devşirebilir.
Mehmer Canbolat bu yapıtında, gece, karanlık, bulut, yağmur gibi anahtar kavramları, toprak, böcek, çiçek, ağaç sevgisiyle yaşamın nabzını tutarak, “gecelere meydan okuyup”, aydınlığa, mutluluğa, huzura ve tutkulu sevgiye, geceyi ve karanlığı, “hangi koşulda olursa olsun” gündüze ve güneşe dönüştürmenin yolunu buluyor.
Bu bağlamda yapıtın son dizelerinde Nâzım’a varmak, Nâzım ile buluşmak ve onunla özdeşleşmek anlam kazanıyor.
Yüksel Pazarkaya
Düşler, her şeye değer…
Gazeteci, yazar dostum Mehmet Canbolat’ın yeni kitap dosyasını ilk okuyanlardan biri ben olmalıyım. Verdiği bu değer için önce Canbolat’a teşekkür ediyorum. Sağ olsun! Bir de düşlerini bizimle paylaştığı için, tüm okurlar adına teşekkür ediyorum.
Çünkü her yazar, her şair düşlerini ayrı tutar, kendine saklar. Yazdığı kurgusal metinlerle düş serabı yaratır. Ama Canbolat’ın düşleri öyle değil… Dolayısıyla yalnızlığı da…
Hemen söylemeliyim ki “Düşlere Adadım Yalnızlığımı” kitabındaki şiirlerini, Canbolat’ın önceki şiirleri gibi, yine nehir/şiir olarak tanımlamalıyım. Adının ortaya koyduğu gibi de, bu kez yalnızlığın felsefesini yaptığını söylemeliyim.
Yalnızlık!
Biliyorsunuz yalnızlık, yüzyıllar boyu tüm şairlerin vazgeçemedikleri temalarından biridir. Yani yalnızlık hep şairler için küresel bir tema oldu. Elbette her şair de yalnızlığı farklı yaşadı, farklı işledi. Onun için ilk Türk şairi olarak bilinen Aprın Çor Tigin’den bu yana, kim bilir kaç şair gelip geçti ve kaç tane yalnızlık şiiri yazıldı? Neden yalnızlık teması işlenir? Çünkü şair, yalnızlığı sevmez, paylaşmak ister. Çünkü şair, duygu yüklüdür. Kolay tutulur, tutkun olur. Tüm insanları sever. En çok da herhalde, duygusunu yöneten, gönlüyle örtüşen, ruhunu okşayan düşsel bir sevgiliyi sever. Ama aşkı, her zaman karşılık bulmaz, edebiyat tarihi karşılık bulmayan aşklarla doludur. Bu yüzden sevgiliye bir türlü kavuşamayınca, ona duyduğu özlem, Himalayalar gibi yükselir. “Vuslat” olunca da her türlü yalnızlık sona erer.
Arpın Çor Tigin de “Bir Aşk Şiiri” başlıklı şiirinde vuslatı özleyip bir daha ayrılmak istemeyen dizelerle sesleniyor.
Günümüzden 4 bin yıl önce yazılıp bugünün Türkçesiyle söylenişine bir göz atalım:
“Nurlu tanrılar buyursun
Yumuşak huylum ile
Birleşip bir daha ayrılmayalım
Kara gözlüm ile
Gülüşerek yaşayalım…”
Bu duyguyu bu gök kubbe altında kim bilir nice şair, nice farklı dizelerle anlattı?
Evet Mehmet Canbolat da anlatıyor, 2007 yılında ve Almanya’da… Yalnızlığı “bir rüzgâr gibi” diye tanımlıyor.
Onda yalnızlık, gece ayışığıyla başlıyor. Bu yalnızlığı, geçmişle geleceği sorgulamasına yol açıyor. Yalnızca bunlarla kalmıyor, düşleriyle bir dünya turu atarak geziniyor. Özgürlük alanlarını, denizleri, gölleri, dağları birçok yeri düşlerinden geçiriyor.
Şiirleri kitabın adını düşünerek değerlendirirsek, yalnızlığını düşleriyle doldurup yalnızlığından kurtuluyor şair. Bunu yaparken de yola “Engin bir su gibidir yaşam. Kadın veya erkek, canlı veya cansız, insan veya hayvan, fark etmez.” diyerek çıkıyor. Yolculuğu 65 bölümde tamamlanıyor. Şiirinin her bölümüne ‘eşik’ ekliyor, tıpkı masala başlayan anlatıcılar gibi. O bölümde dizelere dökeceklerini sıralıyor, düşünürlerden, sanatçılardan alıntılar yapıyor. Ve sonra da onlara şair bakışı ekliyor. Bunlar içinde Cicero, Friedrich von Logau, Kant, Mahatma Gandhi, Camus, Shaw, Johann Wolfgang Goethe, Tolstoy, …..ve Bülent Ecevit var.
64. bölüm eşiği “Bülent Ecevit için” başlığıyla ve şu sözlerle bitiyor: “O, 5 Kasım 2006’da, akşam saatlerinin geceye dönüştüğü günün bir ortasında aramızdan ayrıldı. Ardında, yüreği yanık, gözü yaşlı binlerce insanı öksüz bırakarak. Kimileri, ağıtlarını „Yitirdik“ diye yaktı ama, gün boyu yürürken ardından, düşüncelerim yoldaş oldu bana: „Aslında biz O’nu yitirmedik. Sadece, yıllanmış bir düşü olan maviye özgü sonsuzluğa uğurladık. Hem de düşünceleriyle beslediği yüzbinlerce akgüvercinin eşliğinde.
Yolun açık olsun güzel insan. Yolun açık olsun...”
Her ne kadar şair Özdemir Asaf:
“Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz”
diyorsa da Canbolat, yalnızlığını düşleriyle, düşlerinde kurduğu olağanüstü çağrışımlar ve zenginliklerle; bilgilerle, şairlerle, güncel tarihsel olaylarla çoğaltıyor ve bizlerle paylaşıyor.
Dahası bize de sesleniyor, bize de düş kurmamızı öneriyor…
Bizi yalnızlıktan kurtarmaya çağırıyor…
Ne dersiniz, Canbolat’ın “Düşlere Adadım Yalnızlığımı” kitabını okuyup biz de yalnızlığımızdan kurtulalım, düşlerimizi zenginleştirip dünyaya açalım mı? Ben öneriyorum…
Hikmet Altinkaynak
(144 Sayfa)
"Mehmet Canbolat yeni bir yapıtla çıkıyor karşımıza. “Düşlere Adadım Yalnızlığımı”, odağında birey insan olan, duygular ve düşünceler örgüsü. Rilke, bir şiirinde, “Yalnızlık bir yağmura benzer”, diyor. Canbolat, bu yapıtında, “Yalnızlık bir rüzgâr gibidir bazen”, diyor. Yalnızlık ıslatır sırılsıklam edip üşütür. Yalnızlık, ama insanı rüzgâr gibi sarmalar, belki serinletir.
Yalnızlık duygusunu tatmamış, yaşamamış insan var mıdır? İşte insanın bu ortak duygusu etrafında halka halka örülen uzun şiirsel anlatı bu yapıt.
Yalnızlık, her duruma ve olaya göre, her insana göre çeşitlenen bir duygu. Bu öyle bir duygu ki, düşüncelere de kaynak oluyor. Yalnızlığın karanlığında, derinlerinde düşünceye varan insan, yalnızlığı da dönüştürebiliyor. Yalnızlığa teslim olmak gerekmez. Yalnızlığı mutsuzluk olarak yaşamak da gerekmez. Yalnızlıktan insan güç alarak, mutlu bir gelecek bile devşirebilir.
Mehmer Canbolat bu yapıtında, gece, karanlık, bulut, yağmur gibi anahtar kavramları, toprak, böcek, çiçek, ağaç sevgisiyle yaşamın nabzını tutarak, “gecelere meydan okuyup”, aydınlığa, mutluluğa, huzura ve tutkulu sevgiye, geceyi ve karanlığı, “hangi koşulda olursa olsun” gündüze ve güneşe dönüştürmenin yolunu buluyor.
Bu bağlamda yapıtın son dizelerinde Nâzım’a varmak, Nâzım ile buluşmak ve onunla özdeşleşmek anlam kazanıyor.
Yüksel Pazarkaya
Düşler, her şeye değer…
Gazeteci, yazar dostum Mehmet Canbolat’ın yeni kitap dosyasını ilk okuyanlardan biri ben olmalıyım. Verdiği bu değer için önce Canbolat’a teşekkür ediyorum. Sağ olsun! Bir de düşlerini bizimle paylaştığı için, tüm okurlar adına teşekkür ediyorum.
Çünkü her yazar, her şair düşlerini ayrı tutar, kendine saklar. Yazdığı kurgusal metinlerle düş serabı yaratır. Ama Canbolat’ın düşleri öyle değil… Dolayısıyla yalnızlığı da…
Hemen söylemeliyim ki “Düşlere Adadım Yalnızlığımı” kitabındaki şiirlerini, Canbolat’ın önceki şiirleri gibi, yine nehir/şiir olarak tanımlamalıyım. Adının ortaya koyduğu gibi de, bu kez yalnızlığın felsefesini yaptığını söylemeliyim.
Yalnızlık!
Biliyorsunuz yalnızlık, yüzyıllar boyu tüm şairlerin vazgeçemedikleri temalarından biridir. Yani yalnızlık hep şairler için küresel bir tema oldu. Elbette her şair de yalnızlığı farklı yaşadı, farklı işledi. Onun için ilk Türk şairi olarak bilinen Aprın Çor Tigin’den bu yana, kim bilir kaç şair gelip geçti ve kaç tane yalnızlık şiiri yazıldı? Neden yalnızlık teması işlenir? Çünkü şair, yalnızlığı sevmez, paylaşmak ister. Çünkü şair, duygu yüklüdür. Kolay tutulur, tutkun olur. Tüm insanları sever. En çok da herhalde, duygusunu yöneten, gönlüyle örtüşen, ruhunu okşayan düşsel bir sevgiliyi sever. Ama aşkı, her zaman karşılık bulmaz, edebiyat tarihi karşılık bulmayan aşklarla doludur. Bu yüzden sevgiliye bir türlü kavuşamayınca, ona duyduğu özlem, Himalayalar gibi yükselir. “Vuslat” olunca da her türlü yalnızlık sona erer.
Arpın Çor Tigin de “Bir Aşk Şiiri” başlıklı şiirinde vuslatı özleyip bir daha ayrılmak istemeyen dizelerle sesleniyor.
Günümüzden 4 bin yıl önce yazılıp bugünün Türkçesiyle söylenişine bir göz atalım:
“Nurlu tanrılar buyursun
Yumuşak huylum ile
Birleşip bir daha ayrılmayalım
Kara gözlüm ile
Gülüşerek yaşayalım…”
Bu duyguyu bu gök kubbe altında kim bilir nice şair, nice farklı dizelerle anlattı?
Evet Mehmet Canbolat da anlatıyor, 2007 yılında ve Almanya’da… Yalnızlığı “bir rüzgâr gibi” diye tanımlıyor.
Onda yalnızlık, gece ayışığıyla başlıyor. Bu yalnızlığı, geçmişle geleceği sorgulamasına yol açıyor. Yalnızca bunlarla kalmıyor, düşleriyle bir dünya turu atarak geziniyor. Özgürlük alanlarını, denizleri, gölleri, dağları birçok yeri düşlerinden geçiriyor.
Şiirleri kitabın adını düşünerek değerlendirirsek, yalnızlığını düşleriyle doldurup yalnızlığından kurtuluyor şair. Bunu yaparken de yola “Engin bir su gibidir yaşam. Kadın veya erkek, canlı veya cansız, insan veya hayvan, fark etmez.” diyerek çıkıyor. Yolculuğu 65 bölümde tamamlanıyor. Şiirinin her bölümüne ‘eşik’ ekliyor, tıpkı masala başlayan anlatıcılar gibi. O bölümde dizelere dökeceklerini sıralıyor, düşünürlerden, sanatçılardan alıntılar yapıyor. Ve sonra da onlara şair bakışı ekliyor. Bunlar içinde Cicero, Friedrich von Logau, Kant, Mahatma Gandhi, Camus, Shaw, Johann Wolfgang Goethe, Tolstoy, …..ve Bülent Ecevit var.
64. bölüm eşiği “Bülent Ecevit için” başlığıyla ve şu sözlerle bitiyor: “O, 5 Kasım 2006’da, akşam saatlerinin geceye dönüştüğü günün bir ortasında aramızdan ayrıldı. Ardında, yüreği yanık, gözü yaşlı binlerce insanı öksüz bırakarak. Kimileri, ağıtlarını „Yitirdik“ diye yaktı ama, gün boyu yürürken ardından, düşüncelerim yoldaş oldu bana: „Aslında biz O’nu yitirmedik. Sadece, yıllanmış bir düşü olan maviye özgü sonsuzluğa uğurladık. Hem de düşünceleriyle beslediği yüzbinlerce akgüvercinin eşliğinde.
Yolun açık olsun güzel insan. Yolun açık olsun...”
Her ne kadar şair Özdemir Asaf:
“Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz”
diyorsa da Canbolat, yalnızlığını düşleriyle, düşlerinde kurduğu olağanüstü çağrışımlar ve zenginliklerle; bilgilerle, şairlerle, güncel tarihsel olaylarla çoğaltıyor ve bizlerle paylaşıyor.
Dahası bize de sesleniyor, bize de düş kurmamızı öneriyor…
Bizi yalnızlıktan kurtarmaya çağırıyor…
Ne dersiniz, Canbolat’ın “Düşlere Adadım Yalnızlığımı” kitabını okuyup biz de yalnızlığımızdan kurtulalım, düşlerimizi zenginleştirip dünyaya açalım mı? Ben öneriyorum…
Hikmet Altinkaynak
(144 Sayfa)
Yazar: Mehmet Canbolat
Yayın evi: Gül Yayinlari
8,20 €
Yazar:
Bu ürünü alanlar başka neler almışlar?
Değerlendirme
Yorum bulunmamaktadır: Yorum yazınız!